Kâfirler için öyle bir azab ki, yoktur onu bir engelleyen.
(O azabın inişi) yüksek makamların sahibi Allah’dandır.
(Bu makamların) her birine, melekler ve cebrâil, miktarı elli bin yıl olan, bir günde çıkar.
O halde (Ey Rasûlüm, o kâfirlerin eziyetlerine) güzel bir sabır ile sabret; (çünkü azabın inme zamanı yaklaşmıştır).
Doğrusu onlar, onu uzak (imkânsız) görüyorlar.
Fakat biz, o azabı yakın görüyoruz.
O gün, gök erimiş maden gibi olacak;
Dağlar da, renk renk atılmış yün gibi bulunacak.
Hiç bir yakın (akraba), bir yakına halini sormaz.
(O kıyamet gününde akraba ve hısımlar) birbirlerine gösterilirler; (fakat herkes kendi derdi ile meşgul olduğundan birbirlerini tanıyamazlar). Mücrim (müşrik), o günün azabından kurtulmak için ister ki, fidye (bedel) verse oğullarını,
Karısını, kardeşini,
Kendini barındıran aşiretini,
Yeryüzünde bulunanların hepsini de, sonra kendini kurtarsa...
Hayır (Allah onu azabdan kurtarmaz). Çünkü, o cehennem alevli bir ateştir.
Eli ayağı, (bütün uzuvları) söküp çıkarandır.
Çağırır o ateş, imandan yüz çevirip de (Hakka) arka döneni,
Bir de (mal ve para) biriktirip depoya, kasaya yığanı...
Gerçekten insan harîs ve cimri yaratılmıştır.
Kendine bir zarar dokundu mu, feryadı basar.
Ona hayır (mal) isabet edince de kıskanç...
Namaz kılanlar müstesnadır.
Namaz kılan o kimseler ki, onlar namazlarına devamlıdırlar,
Onlar ki, mallarında belirli bir hak vardır:
Hem dilenen, hem de iffetinden dilenemiyen için...
Onlar ki, hesap gününü tasdik ederler.
Onlar ki, Rablerinin azabından korkarlar;
Çünkü Rablerinin azabından emin bulunulmaz.
Onlar ki, avret yerlerini korurlar,
Ancak zevcelerine ve cariyelerine müstesna... Çünkü onlar (bunlarda) kınanmazlar.
Fakat bundan (zevce ve cariyelerden) ötesini arayanlar, işte onlar haddi aşanlardır.
Onlar ki, emanetlerine ve verdikleri söze riayet edenler,
Onlar ki, şahidliklerinde dürüstlük yaparlar,
Onlar ki, namazlarını gözetirler, (şartlarına riayet ederek gereği üzere devamlı olarak kılarlar),
İşte bunlar, cennetlerde ikram olunanlardır...
Şimdi o kâfirlere ne oluyor ki, (seninle alay etmek için) boyunlarını uzatarak sana doğru koşuyorlar;
Sağdan ve soldan bölük bölük...
Onlardan her şahıs, (nimetleri bol olan) Naîm Cennetine sokulacağını ümid mi ediyor?
Hayır, öyle şey yok. Biz; onları bildikleri şeyden (nutfeden) yarattık; (insanın aslı olan bu maddenin, iman olmaksızın ne değeri olabilir? Bununla yoğrulup da iman nuru ile aydınlığa çıkmıyan kimse, cennete girmeyi nasıl isteyebilir?)
Artık doğuların ve batıların Rabbine kasem olsun ki, muhakkak biz kadiriz,
Onların (o kâfirlerin) yerine, kendilerinden daha hayırlısını getirmeye... Hem bizim önümüze geçilmez.
O halde (Ey Rasûlüm) bırak o inkârcıları, (bâtıl inançlarına) dalsınlar ve oynaya dursunlar; tâ o vaad olundukları güne kavuşturulacakları zamana kadar...
O gün, kabirlerinden koşarak çıkacaklar; sanki (ibadet ettikleri) dikili putlara koşuyorlarmış gibi...
Gözleri (zillet içinde) düşkün bir halde, kendilerini bir horluk kaplayacak. İşte bugün, o (azabla) vaad edildikleri kıyamet günüdür.
(1-3) Birisi, yuksek derecelere sahip olan Allah katindan, inkarcilara gelecek ve savunulmasi imkansiz olacak azabi soruyor.
(1-3) Birisi, yuksek derecelere sahip olan Allah katindan, inkarcilara gelecek ve savunulmasi imkansiz olacak azabi soruyor.
(1-3) Birisi, yuksek derecelere sahip olan Allah katindan, inkarcilara gelecek ve savunulmasi imkansiz olacak azabi soruyor.
Melekler ve Cebrail mikdari ellibin yil olan o derecelere bir gunde yukselirler.
Guzel guzel sabret;
Dogrusu inkarcilar azabi uzak goruyorlar.
Ama biz onu yakin gormekteyiz.
Gok, o gun, erimis maden gibi olur.
Daglar da atilmis pamuga doner.
Hic bir dost diger bir dostunu sormaz.
(11-14) Onlar birbirlerine yalniz gosterilirler. Suclu kimse o gunun azabindan kurtulmak icin ogullarini, ailesini, kardesini, kendisini barindirmis olan sulalesini ve yeryuzunde bulunan herkesi feda etmek ve boylece kendisini kurtarmak ister.
(11-14) Onlar birbirlerine yalniz gosterilirler. Suclu kimse o gunun azabindan kurtulmak icin ogullarini, ailesini, kardesini, kendisini barindirmis olan sulalesini ve yeryuzunde bulunan herkesi feda etmek ve boylece kendisini kurtarmak ister.
(11-14) Onlar birbirlerine yalniz gosterilirler. Suclu kimse o gunun azabindan kurtulmak icin ogullarini, ailesini, kardesini, kendisini barindirmis olan sulalesini ve yeryuzunde bulunan herkesi feda etmek ve boylece kendisini kurtarmak ister.
(11-14) Onlar birbirlerine yalniz gosterilirler. Suclu kimse o gunun azabindan kurtulmak icin ogullarini, ailesini, kardesini, kendisini barindirmis olan sulalesini ve yeryuzunde bulunan herkesi feda etmek ve boylece kendisini kurtarmak ister.
(22-27) Ancak namaz kilip namazlarinda yoksul ve yoksuna belirli bir hak taniyanlar, ceza gununu dogrulayanlar, Rablerinin azabindan korkanlar boyle degildir.
(22-27) Ancak namaz kilip namazlarinda yoksul ve yoksuna belirli bir hak taniyanlar, ceza gununu dogrulayanlar, Rablerinin azabindan korkanlar boyle degildir.
(22-27) Ancak namaz kilip namazlarinda yoksul ve yoksuna belirli bir hak taniyanlar, ceza gununu dogrulayanlar, Rablerinin azabindan korkanlar boyle degildir.
(22-27) Ancak namaz kilip namazlarinda yoksul ve yoksuna belirli bir hak taniyanlar, ceza gununu dogrulayanlar, Rablerinin azabindan korkanlar boyle degildir.
(22-27) Ancak namaz kilip namazlarinda yoksul ve yoksuna belirli bir hak taniyanlar, ceza gununu dogrulayanlar, Rablerinin azabindan korkanlar boyle degildir.
(22-27) Ancak namaz kilip namazlarinda yoksul ve yoksuna belirli bir hak taniyanlar, ceza gununu dogrulayanlar, Rablerinin azabindan korkanlar boyle degildir.
Dogrusu Rablerinin azabindan kimse guvende degildir.
(29-30) Esleri ve cariyeleri disinda, mahrem yerlerini herkesten koruyanlar, dogrusu bunlar yerilmezler.
(29-30) Esleri ve cariyeleri disinda, mahrem yerlerini herkesten koruyanlar, dogrusu bunlar yerilmezler.
Bu sinirlari asmak isteyenler, iste onlar, asiri gidenlerdir.
Emanetlerini ve sozlerini yerine getirenler,
sahidliklerini geregi gibi yapanlar,
Namazlarina riayet edenler,
Iste onlar, cennetlerde ikram olunacak kimselerdir. *
(36-37) Inkar edenlere ne oluyor, sana dogru sagdan soldan topluluklar halinde kosusuyorlar?
(36-37) Inkar edenlere ne oluyor, sana dogru sagdan soldan topluluklar halinde kosusuyorlar?
N/A
Hayir; dogrusu onlari kendilerinin de bildikleri seyden yaratmisizdir.
(40-41) Dogularin ve batilarin Rabbine yemin ederim ki, onlarin yerine daha iyilerini getirmege Bizim gucumuz yeter ve kimse de onumuze gecemez.
(40-41) Dogularin ve batilarin Rabbine yemin ederim ki, onlarin yerine daha iyilerini getirmege Bizim gucumuz yeter ve kimse de onumuze gecemez.
Onlari birak; kendilerine soz verilen gune kavusmalarina kadar dalip oynasinlar.
(43-44) Kabirlerden cabuk cabuk cikacaklari gun, gozleri donmus, yuzlerini zillet burumus olarak sanki dikili taslara dogru kosarlar. Iste bu, onlara soz verilmis olan gundur. *
(43-44) Kabirlerden cabuk cabuk cikacaklari gun, gozleri donmus, yuzlerini zillet burumus olarak sanki dikili taslara dogru kosarlar. Iste bu, onlara soz verilmis olan gundur. *
(1-2-3) Bir soran, yükselme yollarının ve basamaklarının sahibi Allah´tan kâfirlerin başına gelecek ve hiçbir kimsenin savamayacağı azabı soruyor.
(1-2-3) Bir soran, yükselme yollarının ve basamaklarının sahibi Allah´tan kâfirlerin başına gelecek ve hiçbir kimsenin savamayacağı azabı soruyor.
(1-2-3) Bir soran, yükselme yollarının ve basamaklarının sahibi Allah´tan kâfirlerin başına gelecek ve hiçbir kimsenin savamayacağı azabı soruyor.
Melekler ve Ruh (Melek Cebrail veya çok büyük bir melek olan Ruh), miktarı elli bin yıl olan bir günde ona (o derecelere) yükselirler.
Artık sen, güzelce sabret (de neticeyi bekle).
Şüphesiz o kâfirler azabı uzak görürler.
Biz ise, onu yakın görmekteyiz.
O gün ki gök erimiş maden gibi olur.
Dağlar, atılmış renk renk yüne benzer.
Candan hiçbir dost, candan bir dostunu sormaz.
(11-12-13-14) Birbirlerine gösterilirler (ama) suçlu günahkârlar o günün azabına karşılık oğullarını, eşini, kardeşini, kendisini barındıran kabile ve obasını ve yeryüzündeki her şeyi fidye verip kendini kurtarmak ister.
(11-12-13-14) Birbirlerine gösterilirler (ama) suçlu günahkârlar o günün azabına karşılık oğullarını, eşini, kardeşini, kendisini barındıran kabile ve obasını ve yeryüzündeki her şeyi fidye verip kendini kurtarmak ister.
(11-12-13-14) Birbirlerine gösterilirler (ama) suçlu günahkârlar o günün azabına karşılık oğullarını, eşini, kardeşini, kendisini barındıran kabile ve obasını ve yeryüzündeki her şeyi fidye verip kendini kurtarmak ister.
(11-12-13-14) Birbirlerine gösterilirler (ama) suçlu günahkârlar o günün azabına karşılık oğullarını, eşini, kardeşini, kendisini barındıran kabile ve obasını ve yeryüzündeki her şeyi fidye verip kendini kurtarmak ister.
Hayır (bu mümkün değil), doğrusu Cehennem alev alev köpürüp duran yerdir..
Bedenin etrafını ve organlarını koparırcasına kavurur.
(17-18) Arkasını döneni, yüzçevirip gideni, mal toplayıp yığanı davet eder.
(17-18) Arkasını döneni, yüzçevirip gideni, mal toplayıp yığanı davet eder.
Şüphesiz ki insan, hırslı açgözlü yaratılmıştır.
Kendisine bir kötülük dokununca basar feryadı.
Bir iyilik erişince de (kıskanır da onu başkasından) men´eder.
(22-23) Ancak şunlar müstesna : Namaz kılanlar ve namazlarına devam edenler.
(22-23) Ancak şunlar müstesna : Namaz kılanlar ve namazlarına devam edenler.
(24-25) Mallarında, muhtaç durumda olana, maldan yoksun bulunana belirli bir hak ayıranlar.
(24-25) Mallarında, muhtaç durumda olana, maldan yoksun bulunana belirli bir hak ayıranlar.
Hesap ve ceza gününü doğrulayıp inananlar.
(27-28) Rablarının azabından korkup içi titreyenler, —ki Rablarının azabından elbette güven içinde kalınmaz—.
(27-28) Rablarının azabından korkup içi titreyenler, —ki Rablarının azabından elbette güven içinde kalınmaz—.
(29-30) Eşlerine ve ellerinin sahip bulunduğu cariyelere karşı müstesna —ki bunlara karşı kınanmazlar—, iffetlerini koruyanlar,
(29-30) Eşlerine ve ellerinin sahip bulunduğu cariyelere karşı müstesna —ki bunlara karşı kınanmazlar—, iffetlerini koruyanlar,
Bunun ötesini arayıp arzu edenler (olursa), işte onlar (meşru´ sınırı) aşanlardır..
Emanetlerini ve verdikleri sözü yerine getirirler.
Şahitliklerini dosdoğru yerine getirirler.
Namazlarını (vakitlerinde) kılarak korurlar.
İşte bunlar Cennetlerde ağırlananlardır.
(36-37) O inkâr edenlere ne oluyor ki, sağdan soldan bölük bölük boyunlarını uzatarak sana doğru koşuyorlar ?
(36-37) O inkâr edenlere ne oluyor ki, sağdan soldan bölük bölük boyunlarını uzatarak sana doğru koşuyorlar ?
Onlardan her kişi Nîmet Cenneti (veya Naim Cennetijne yerleştirilmeyi mi umuyorlar?
Hayır, elbette biz, onları bildikleri şeyden yarattık..
(40-41) Hayır, (İlâhî sünnet onların sandığı gibi değildir). Doğuların ve batıların Rabbına and içerim ki, elbette bizim onların yerine kendilerinden hayırlısını getirmeğe kudretimiz yeter ve bizim önümüze de geçilmez.
(40-41) Hayır, (İlâhî sünnet onların sandığı gibi değildir). Doğuların ve batıların Rabbına and içerim ki, elbette bizim onların yerine kendilerinden hayırlısını getirmeğe kudretimiz yeter ve bizim önümüze de geçilmez.
Artık sen, onları bırak da, kendileri için va´dolunan güne kavuşuncaya kadar (inkâr ve azgınlıklarına) dalıp oynasınlar.
O gün onlar, sanki dikili hedefe acele akın edip gidiyorlarmış gibi kabirlerinden sür´atle çıkarlar.
Gözleri korkudan alçalıp düşük bir haldedir, zillet kendilerini saracak ; işte bu, Va´dolundukları gündür.
(1-3) Soran birisi, yükselme yollarının sahibi Allah tarafından kâfirlere kesinlikle inecek olan ve hiç kimsenin uzaklaştıramayacağı azabı sordu.
(1-3) Soran birisi, yükselme yollarının sahibi Allah tarafından kâfirlere kesinlikle inecek olan ve hiç kimsenin uzaklaştıramayacağı azabı sordu.
(1-3) Soran birisi, yükselme yollarının sahibi Allah tarafından kâfirlere kesinlikle inecek olan ve hiç kimsenin uzaklaştıramayacağı azabı sordu.
Melekler ve Ruh (Cebrail) ona süresi elli bin yıl olan bir günde yükselir.
(Ey Muhammed!) Sen güzel bir şekilde sabret.
Şüphesiz onlar o azabı uzak görüyorlar.
Biz ise onu yakın görüyoruz.
(8-9) Göğün, erimiş maden gibi ve dağların atılmış renkli yün gibi olacağı günü hatırla.
(8-9) Göğün, erimiş maden gibi ve dağların atılmış renkli yün gibi olacağı günü hatırla.
(O gün) hiçbir samimi dost, dostunu sormaz.
(11-14) Birbirlerine gösterilirler. Günahkâr kimse ister ki, o günün azabından kurtulmak için oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran tüm ailesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini fidye olarak versin de, kendisini kurtarsın.
(11-14) Birbirlerine gösterilirler. Günahkâr kimse ister ki, o günün azabından kurtulmak için oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran tüm ailesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini fidye olarak versin de, kendisini kurtarsın.
(11-14) Birbirlerine gösterilirler. Günahkâr kimse ister ki, o günün azabından kurtulmak için oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran tüm ailesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini fidye olarak versin de, kendisini kurtarsın.
(11-14) Birbirlerine gösterilirler. Günahkâr kimse ister ki, o günün azabından kurtulmak için oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran tüm ailesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini fidye olarak versin de, kendisini kurtarsın.
(36-37) Şimdi, inkâr edenlere ne oluyor ki, boyunlarını uzatarak (alay etmek için) sağdan soldan gruplar hâlinde sana doğru koşuyorlar?
(36-37) Şimdi, inkâr edenlere ne oluyor ki, boyunlarını uzatarak (alay etmek için) sağdan soldan gruplar hâlinde sana doğru koşuyorlar?
Onlardan her biri Naîm cennetine sokulacağını mı umuyor?
Hayır (ne mümkün)! Şüphesiz biz onları kendilerinin de bildikleri şeyden (meniden) yarattık.
(40-41) Doğuların ve Batıların Rabbine yemin ederim ki, şüphesiz onların yerine daha iyilerini getirmeye bizim gücümüz yeter. Bizim önümüze geçilemez.
(40-41) Doğuların ve Batıların Rabbine yemin ederim ki, şüphesiz onların yerine daha iyilerini getirmeye bizim gücümüz yeter. Bizim önümüze geçilemez.
Sen onları bırak, uyarıldıkları günlerine kavuşuncaya kadar batıl inançlarına dalsınlar ve oynasınlar.
(43-44) Dikili putlara akın akın gidercesine, gözleri inmiş, kendilerini zillet kaplamış bir hâlde mezarlarından süratle çıkacakları o günü hatırla! İşte o, uyarıldıkları gündür.
(43-44) Dikili putlara akın akın gidercesine, gözleri inmiş, kendilerini zillet kaplamış bir hâlde mezarlarından süratle çıkacakları o günü hatırla! İşte o, uyarıldıkları gündür.
(1-3) Birisi, yükselme derecelerinin sahibi olan Allah katından inkârcılara gelecek olan ve hiç kimsenin savamayacağı azabı istedi!
(1-3) Birisi, yükselme derecelerinin sahibi olan Allah katından inkârcılara gelecek olan ve hiç kimsenin savamayacağı azabı istedi!
(1-3) Birisi, yükselme derecelerinin sahibi olan Allah katından inkârcılara gelecek olan ve hiç kimsenin savamayacağı azabı istedi!
Melekler ve Rûh (Cebrail), oraya, miktarı (dünya senesi ile) ellibin yıl olan bir günde yükselip çıkar.
(Resûlüm!) Şimdi sen güzelce sabret.
Doğrusu onlar, o azabı (ihtimalden) uzak görüyorlar.
Biz ise onu yakın görmekteyiz.
O gün gökyüzü, erimiş maden gibi olur.
Dağlar da atılmış yüne döner.
Dost, dostu sormaz.
(11-14) Birbirlerine gösterilirler (fakat herkes kendi derdindedir). Günahkâr kimse ister ki, o günün azabından (kurtuluş için), oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran tüm ailesini ve yeryüzünde kim varsa hepsini fidye olarak versin de, tek kendini kurtarsın.
(11-14) Birbirlerine gösterilirler (fakat herkes kendi derdindedir). Günahkâr kimse ister ki, o günün azabından (kurtuluş için), oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran tüm ailesini ve yeryüzünde kim varsa hepsini fidye olarak versin de, tek kendini kurtarsın.
(11-14) Birbirlerine gösterilirler (fakat herkes kendi derdindedir). Günahkâr kimse ister ki, o günün azabından (kurtuluş için), oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran tüm ailesini ve yeryüzünde kim varsa hepsini fidye olarak versin de, tek kendini kurtarsın.
(11-14) Birbirlerine gösterilirler (fakat herkes kendi derdindedir). Günahkâr kimse ister ki, o günün azabından (kurtuluş için), oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran tüm ailesini ve yeryüzünde kim varsa hepsini fidye olarak versin de, tek kendini kurtarsın.
Fakat ne mümkün! Bilinmeli ki, o (cehennem) alevlenen bir ateştir.
Derileri kavurup soyar.
(17-18) Yüz çevirip geri dönen, (servet) toplayıp yığan kimseyi (kendine) çağırır.
(17-18) Yüz çevirip geri dönen, (servet) toplayıp yığan kimseyi (kendine) çağırır.
Gerçekten insan, pek hırslı (ve sabırsız) yaratılmıştır.
Kendisine fenalık dokunduğunda sızlanır, feryat eder.
Ona imkân verildiğinde ise pinti kesilir.
(22-23) Ancak şunlar öyle değildir: Namaz kılanlar, ki onlar namazlarında devamlıdırlar (ihmal göstermezler;)
(22-23) Ancak şunlar öyle değildir: Namaz kılanlar, ki onlar namazlarında devamlıdırlar (ihmal göstermezler;)
(24-25) Mallarında, isteyene ve (isteyemediği için) mahrum kalmışa belli bir hak tanıyanlar;
(24-25) Mallarında, isteyene ve (isteyemediği için) mahrum kalmışa belli bir hak tanıyanlar;
Ceza (ve hesap) gününün doğruluğuna inananlar;
(27-28) Rablerinin azabından korkanlar, ki Rablerinin azabı(na karşı) emin olunamaz;
(27-28) Rablerinin azabından korkanlar, ki Rablerinin azabı(na karşı) emin olunamaz;
(29-31) Irzlarını koruyanlar -ancak eşlerine ve cariyelerine karşı müstesna; çünkü onlar kınanmaz; bundan öteye (geçmek) isteyenler ise, onlar taşkınların ta kendileridir-;
(29-31) Irzlarını koruyanlar -ancak eşlerine ve cariyelerine karşı müstesna; çünkü onlar kınanmaz; bundan öteye (geçmek) isteyenler ise, onlar taşkınların ta kendileridir-;
(29-31) Irzlarını koruyanlar -ancak eşlerine ve cariyelerine karşı müstesna; çünkü onlar kınanmaz; bundan öteye (geçmek) isteyenler ise, onlar taşkınların ta kendileridir-;
Emanetlerine ve ahitlerine riayet edenler;
Şahitliklerini (dosdoğru) yapanlar;
Namazlarını koruyanlar;
İşte bunlar, cennetlerde ağırlanırlar.
(36-37) (Resûlüm!) O kâfirlere ne oluyor ki, bölük bölük sağından ve solundan sana doğru koşuyorlar.
(36-37) (Resûlüm!) O kâfirlere ne oluyor ki, bölük bölük sağından ve solundan sana doğru koşuyorlar.
Onlardan her biri nimet cennetine sokulacağını mı umuyor?
Hayır (hiç ummasınlar!) Şüphesiz biz onları, kendilerinin de bildikleri şeyden yarattık (fakat ibret almadılar, imana gelmediler).
(40-41) Şu halde (işin gerçeği) öyle (umdukları gibi) değil! Doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim ki, şüphesiz onların yerine daha iyilerini getirmeye bizim gücümüz yeter ve kimse bizim önümüze geçemez.
(40-41) Şu halde (işin gerçeği) öyle (umdukları gibi) değil! Doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim ki, şüphesiz onların yerine daha iyilerini getirmeye bizim gücümüz yeter ve kimse bizim önümüze geçemez.
Ama sen onları (şimdilik) bırak da, tehdit edildikleri günlerine kavuşuncaya dek dalsınlar, oynayadursunlar.
(43-44) O gün onlar, sanki dikili bir şeye koşuyorlar gibi, gözleri horluktan aşağı düşmüş ve kendileri zillete bürünmüş bir halde kabirlerinden fırlaya fırlaya çıkarlar. İşte bu, onların tehdit edilegeldikleri gündür!
(43-44) O gün onlar, sanki dikili bir şeye koşuyorlar gibi, gözleri horluktan aşağı düşmüş ve kendileri zillete bürünmüş bir halde kabirlerinden fırlaya fırlaya çıkarlar. İşte bu, onların tehdit edilegeldikleri gündür!
(O) kâfirlere mahsusdur ki onu (kendilerinden) hiçbir önleyecek (defedebilecek) yokdur.
(O), derecelerin saahibi Allahdandır.
Melekler de, Ruuh da oraya bir günde yükselib çıkar ki mesafesi (dünyâ seneleriyle) elli bin yıldır.
(Habîbim) sen (şimdilik) güzel bir sabr ile katlan.
Filhakıyka onlar bunu (imkândan) uzak görürler,
Biz ise onu yakın görüyoruz.
O gün gök erimiş ma´den gibi olacak,
dağlar yün gibi olacak,
hiçbir hısım bir hısımı sormayacak.
Onlar birbirine (sâdece) gösterilirler. Günahkâr o günün azabından (kurtulmak için şunları) feda etmeği arzu eder: Oğullarını,
karısını, biraderini,
kendisini (aralarına katıb) barındırmakda olan soyunu sopunu,
ve yer (yüzün) de kim varsa hepsini. Ki nihayet (bu fedâkârlığı) kendisini (Allahın azabından) kurtarsın.
Fakat ne mümkin! Çünkü o (ateş) (kâfirler için hazırlanmış) haalis alevdir,
bedenin bütün uzuvlarını söküb koparandır (o).
(Gel gel diye) çağırır: (îmandan, hakdan) yüz dönen, (tâatden) arka çeviren kişiyi,
(mal) birikdirib de kab içinde saklayanı.
Hakıykat insan, hırsına düşkün (ve sabrı kıt) yaratılmışdır.
Kendisine şer dokundu mu feryadı basandır,
ona hayır dokununca da çok cimri dir.
(22-23) (Fakat şunlar) öyle değil: Namaz kılanlar ki onlar namazlarına devam edenlerdir.
(22-23) (Fakat şunlar) öyle değil: Namaz kılanlar ki onlar namazlarına devam edenlerdir.
(24-25) Mallarında sâil ve mahrum için belli bir hak tanıyanlar,
(24-25) Mallarında sâil ve mahrum için belli bir hak tanıyanlar,
ceza (ve hisab) gününün doğruluğuna inananlar.
Bir de (şunlar): Rablerinin azabından korkanlar.
Ki onlar filhakıyka Rablerinin azabından garantili değildirler.
(29-30) Şunlar da (öyle): Karılarından, yahud sağ ellerinin mâlik olduklarından başkasına karşı utanacak yerlerini saklayanlar. Çünkü onlar (bunlar Hakkında) kınanmış değildirler.
(29-30) Şunlar da (öyle): Karılarından, yahud sağ ellerinin mâlik olduklarından başkasına karşı utanacak yerlerini saklayanlar. Çünkü onlar (bunlar Hakkında) kınanmış değildirler.
Fakat bundan ötesini arayan kişiler (yok mu?) işte onlar haddi çiğneyip aşanların ta kendileridir.
(Şunlar da müstesna:) Emânetlerine ve ahidlerine riaayet edenler.
Sahiciliklerini (dosdoğru) yapanlar,
Namazları (nın hakkını) muhaafaza edenler,
işte bunlar cennetlerde ikram olunanlardır.
(36-37) Şimdi, o küfredenlere ne oluyor ki senin sağ (ın) dan, sol (un) dan halka halka hep gözlerini sana doğru dikib bakmakdadırlar.
(36-37) Şimdi, o küfredenlere ne oluyor ki senin sağ (ın) dan, sol (un) dan halka halka hep gözlerini sana doğru dikib bakmakdadırlar.
Onlardan herkes Naîm cennetine sokulacağını mı ümîd ediyor?
Hayır (ne gezer)! Hakıykat biz onları (da) o bilib durdukları şeyden yaratdık.
(40-41) Yine hayır, (iş onların umdukları gibi değildir). Doğuların, batıların Rabbine andederim ki, şübhesiz biz onların yerine kendilerinden daha hayırlısını getirmiye de elbette kaadiriz ve biz, önümüze geçilebilecekler (den) de değiliz.
(40-41) Yine hayır, (iş onların umdukları gibi değildir). Doğuların, batıların Rabbine andederim ki, şübhesiz biz onların yerine kendilerinden daha hayırlısını getirmiye de elbette kaadiriz ve biz, önümüze geçilebilecekler (den) de değiliz.
(Şimdilik) onları (hallerine) bırak. (Azâb ile) tehdîd edilmekde oldukları günlerine kavuşuncaya kadar dalsınlar, oynaya dursunlar.
O gün onlar, sanki dikili bir şey´e koşuyorlar gibi, kabirlerin) den fırlaya fırlaya (mahşere) çıkarlar,
gözleri horlukla aşağıda, kendilerini bir zillet (ve hakaaret) kaplamış olarak. İşte bu, onların tehdîd edilegeldikleri gündür.
(1-2) Bir talip, vaki olacak azabı taleb etti. Kâfirler için onu bertaraf edecek yoktur.
(1-2) Bir talip, vaki olacak azabı taleb etti. Kâfirler için onu bertaraf edecek yoktur.
(O azap) Yüksek dereceler sahibi olan Allah tarafındandır.
Melekler ve Rûh oraya bir günde çıkarlar ki, oranın mesafesi ellibin yıldır.
(5-6) Artık güzelce bir sabr ile sabret. Şüphe yok ki, onlar onu uzak görürler.
(5-6) Artık güzelce bir sabr ile sabret. Şüphe yok ki, onlar onu uzak görürler.
(7-8) Halbuki, Biz onu pek yakın görürüz. O gün ki, (azabı vaki olur) gök erimiş maden gibi olacaktır.
(7-8) Halbuki, Biz onu pek yakın görürüz. O gün ki, (azabı vaki olur) gök erimiş maden gibi olacaktır.
(9-10) Dağlar da atılmış rengârenk yün gibi olacaktır. Hiçbir dost da bir dostu sormaz.
(9-10) Dağlar da atılmış rengârenk yün gibi olacaktır. Hiçbir dost da bir dostu sormaz.
(11-12) Onlar birbirlerine gösterilirler. Günahkar olan temenni eder ki, o günün azabından dolayı oğullarını feda etsin. Ve refikasını ve kardeşini feda etsin.
(11-12) Onlar birbirlerine gösterilirler. Günahkar olan temenni eder ki, o günün azabından dolayı oğullarını feda etsin. Ve refikasını ve kardeşini feda etsin.
(13-14) Ve kendisini barındıran aşiretini (feda etsin). Ve yeryüzünde kim var ise, cümlesini fidye-i necât olarak versin de (sonra) bu fedakarlığı kendisini kurtarsın.
(13-14) Ve kendisini barındıran aşiretini (feda etsin). Ve yeryüzünde kim var ise, cümlesini fidye-i necât olarak versin de (sonra) bu fedakarlığı kendisini kurtarsın.
(15-16) Hayır. Asla. Şüphe yok ki o bir mühim ateştir. Nâsın derisi için bir soyup dağıtıcıdır.
(15-16) Hayır. Asla. Şüphe yok ki o bir mühim ateştir. Nâsın derisi için bir soyup dağıtıcıdır.
(17-18) Çağırır, arkasını dönüp yüz çevireni. Ve (malı) toplayıp da, bir kap içinde saklayanı.
(17-18) Çağırır, arkasını dönüp yüz çevireni. Ve (malı) toplayıp da, bir kap içinde saklayanı.
(19-20) Şüphe yok ki insan haris olarak yaradılmıştır. Ona şer dokunduğu zaman çok feryat edicidir.
(19-20) Şüphe yok ki insan haris olarak yaradılmıştır. Ona şer dokunduğu zaman çok feryat edicidir.
(21-22) Ve ona hayır dokunduğu zaman da çok cimridir, kıskançtır. Namaz kılanlar müstesna.
(21-22) Ve ona hayır dokunduğu zaman da çok cimridir, kıskançtır. Namaz kılanlar müstesna.
(23-24) Onlar ki namazları üzerine devam ederler. Ve onlar ki, mallarında bir malum hak vardır.
(23-24) Onlar ki namazları üzerine devam ederler. Ve onlar ki, mallarında bir malum hak vardır.
Dilenen ve mahrum olan için.
(26-27) Ve onlar ki ceza gününü tasdik ederler. Ve onlar ki, Rablerinin azabından korkanlardır.
(26-27) Ve onlar ki ceza gününü tasdik ederler. Ve onlar ki, Rablerinin azabından korkanlardır.
Şüphe yok ki, Rablerinin azabı gayr-i me´mundur, ondan kimse emin olamaz.
Ve onlar ki, kendi tenâsül uzuvlarını muhafaza ederler.
Zevcelerine veya mâlik bulundukları cariyelerine karşı müstesna, çünkü onlar kınanmış değildirler.
Artık her kim bunun ötesini araştırırsa işte haddi aşmış olanlar onlardır, onlar.
(32-33) Ve onlar ki emanetlerine ve ahdlerine riâyet ederler. Ve onlar ki, şehâdetlerini doğruca ikame ederler.
(32-33) Ve onlar ki emanetlerine ve ahdlerine riâyet ederler. Ve onlar ki, şehâdetlerini doğruca ikame ederler.
Ve onlar ki, namazları üzerine muhafazada bulunurlar.
İşte onlar cennetlerde ikram olunmuş zâtlardır.
(36-37) Artık ne var o kâfir olanlara ki senin cihetine koşarlar. Dağınık fırkalar olarak sağdan ve soldan.
(36-37) Artık ne var o kâfir olanlara ki senin cihetine koşarlar. Dağınık fırkalar olarak sağdan ve soldan.
Onlardan her bir şahıs naim cennetine girdirileceğini mi ümit ediyor?
Hayır, asla. Şüphe yok ki Biz onları bilir oldukları şeyden yarattık.
Artık öyle değil, meşriklerin ve mağriblerin Rabbine kasem ederim ki şüphe yok, Biz elbette kâdiriz,
Onlardan hayırlısına tebdîl etmeye. Ve biz önüne geçilmişler değiliz.
Şimdilik onları bırak, dalsınlar ve oynasınlar, vaad olundukları günlerine kavuşacaklarına değin.
O gün ki, kabirlerinden sür´atle çıkarlar, sanki onlar dikili bir şeye koşarlar.
Gözleri düşkün olduğu halde kendilerini bir zillet kaplayacaktır, işte o, onların tehdid olunmuş oldukları gündür.
O azap ki onu, kâfirlerden uzaklaştıracak hiçbir kuvvet yoktur
Çünkü bu azap, yüceler yücesi Allah´tan gelecektir
Melekler ve Rûh, O´nun Arş´ına; miktarı ellibin sene olan bir günde yükselirler.
O halde sen, müşriklerin eziyetlerine güzelce sabret. Çünkü azabın inmesi yaklaşmaktadır
Onlar, o günü çok uzakta zannediyorlar, ama Biz yakın olduğunu biliyoruz
O gün gök erimiş maden gibi olur
Dağlar ise atılmış rengârenk yüne döner.
Birbirlerine gösterildikleri halde hiçbir candan dost, dostunun hâlini sormaz.Her mücrim o günkü azaptan kurtulmak için fidye olarak oğullarını, eşini, kardeşini,kendisine sahip çıkan sülalesini, hatta dünyada olanların tamamını verip de kurtulmak ister.
Lâkin ne mümkün! O cehennem alev alev yanan bir ateştir
Eli, ayağı, bütün uzuvları söküp atar
İmana sırtını dönüp haktan yüz çevireni, bir de servet toplayıp yığan ve hayırda harcamayanı o ateş kendine çağırır
Gerçekten insan cimri olarak yaratılmıştır
Başı derde düştü mü sızlanır durur
Ama servet sahibi olunca da pinti kesilir
Ancak namazlarını devamlı kılanlar böyle değildir
$2
Onlar o kimselerdir ki mallarında isteyen ve yoksun olanların haklarını ayırırlar
Onlar hesap gününü tasdik ederler
Onlar Rab´lerinin cezasından korkarlar.
Çünkü Rab´lerinin azabından kimse emin olamaz
Onlar edep yerlerini, eşleri ve cariyelerinden başkasından korurlar. Yalnız bunlarla münasebeti olanlar ayıplanamazlar
Ama bu sınırın ötesine geçenler haddi aşmış, zulüm işlemiş olurlar
Onlar üzerlerine aldıkları emanetlere ve verdikleri sözlere riayet ederler
Onlar şahitliklerini dürüstçe ifa ederler
Onlar namazlarına tam dikkat ederler
İşte bunlar cennetlerde ikrama nail olacaklar
O kâfirlere ne oluyor ki, seninle alay etmek maksadıyla sağdan soldan dağınık gruplar halinde, boyunlarını uzatarak sana doğru koşuyorlar
Onlardan her biri (iman etmeden) naîm cennetine yerleşmeye mi hevesleniyor
(Hiç heveslenmesin, hiç kimsenin öteki insanlar üzerinde böbürlenmeye hakkı olamaz). Çünkü Biz onları da, öbür insanlar gibi, o bildikleri nesneden, meniden yarattık.
Hayır, Allah´ın nizamı onların sandığı gibi değildir! Doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim ki, Biz onların yerine kendilerinden daha hayırlı insanlar getirmeye kadiriz. Bizim elimizden kurtulan, gücümüzün yetmediği hiçbir şey yoktur.
Artık sen onları kendi hallerine bırak da, kendilerine vâd edilen gün gelinceye kadar bâtıla dalsın, oynasınlar
O gün onlar kabirlerinden çıkıp sür´atle sanki bir hedefe varmak istercesine koşarlar
Gözleri yerde, kendilerini baştan aşağı bir zillet kaplamış durumdadır.İşte kendilerine vâd edilen gün, bugündür
Melekler ve Rûh, miktarı elli bin yıl süren bir gün içinde O´na çıkar.
Şimdi sen güzelce sabret.
Onlar onu uzak görüyor(lar).
Biz ise onu yakın görüyoruz.
O gün gök, erimiş maden gibi olur.
Dağlar, renkli yün gibi olur.
Dost dostun halini sormaz.
Birbirlerine gösterilirler (fakat herkes kendi derdine düştüğünden, başkasıyle ilgilenemez). Suçlu ister ki o günün azâbından (kurtulmak için) fidye versin: Oğullarını,
Eşini ve kardeşini,
Kendisini barındıran, içinde yetiştiği tüm âilesini,
Ve yeryüzünde bulunanların hepsini (versin) de tek kendisini kurtarsın.
Hayır! O (ateş), alevlenen bir ateştir.
Derileri kavurur, soyar.
(Kendine) Çağırır; sırtını dönüp gideni,
(Mal) Toplayıp kasada yığanı!
Doğrusu insan hırslı (ve huysuz) yaratılmıştır.
Kendisine kötülük dokundu mu sızlanır,
Kendisine hayır dokundu mu yardım etmez (sıkı sıkı tutar).
Ancak namaz kılanlar bunun dışındadır.
Onlar ki: Namazlarını sürekli kılarlar (aksatmazlar).
Onların mallarında belli bir hisse vardır:
Sâile ve mahruma (isteyene ve utancından dolayı istemeyip mahrum kalana).
Cezâ gününü tasdik ederler,
Rablerinin azâbından korkarlar.
Çünkü Rablerinin azâbına güven olmaz.
Irzlarını korurlar.
Yalnız eşlerine ya da ellerinin altında bulunan (câriyelerin)e karşı (korumazlar. Bundan ötürü de) onlar kınanmazlar.
Ama kim bundan ötesini ararsa, onlar (sınırı) aşanlardır.
Emânetlerini ve ahidlerini gözetirler.
Şâhidliklerini yaparlar.
Namazlarını korurlar.
İşte onlar cennetlerde ağırlanırlar.
Nânkörlere ne oluyur ki sana doğru koşuyorlar?
Sağdan, soldan, ayrı ayrı gruplar halinde (gelip etrafını sarıyorlar)?
Onlardan her biri, ni´met cennetine sokulacağını mı umuyor?
Hayır! Öyle şey yok! Biz onları bildikleri şeyden yarattık.
Yoo, doğuların ve bâtıların Rabbine yemin ederim ki bizim gücümüz yeter:
Onları, kendilerinden daha hayırlı olanlarla değiştirmeğe. Bizim önümüze geçilmez (bize engel olunamaz).
Bırak onları kendilerine va´dedilen günlerine kavuşuncaya kadar dalsın, oynasınlar.
O gün kabirlerden hızlı hızlı çıkarlar. Onlar dikilen (putlara yahut hedef)lere doğru koşar gibi (koşarlar).
Gözleri düşük, yüzlerini alçaklık bürümüş bir durumda. İşte onlara va´dedilen gün, bugündür.
Yoksa onların her biri nimet cennetlerine mi girdirileceğini ümit ediyor?
-Asla! Biz onları bildikleri şeyden yarattık.
(40-41) Hayır, doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim ki, şüphesiz bizim onların yerine daha iyilerini getirmeye gücümüz yeter. Bizim önümüze de geçilemez.
(40-41) Hayır, doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim ki, şüphesiz bizim onların yerine daha iyilerini getirmeye gücümüz yeter. Bizim önümüze de geçilemez.
-Bırak onları, kendilerine söz verilen gün gelinceye kadar dalıp, oynasınlar!
O gün onlar, dikili taşlara koştukları gibi kabirlerinden koşarak çıkarlar.
Gözleri yere yıkılmış, (yüzlerini) zillet bürümüş. İşte bu, onlara söz verilen gündür!